9 Eylül 2011 Cuma

Akvaryum ve bitkiler

Genel olarak insanlara akvaryum denildiğinde; ilk olarak akla balıklar gelir. Sanki kimse daha önce şırıltılarla akan bir dereciğin kıyısında yayılmış çimenleri yada bir göletin etrafını kaplamış sazları görmemişdir. Hadi 'şehir yaşamıdır pek doğaya çıkamıyoruz' diye düşündük. Hafta sonu parklarda yapılan küçük bir gezintide; bir süs havuzunun içinde çiçek açmış bir nilüferleride mi hayranlıkla seyretmedik hiç?

Akvaryumlarında balıkların haricinde bitkilere ve diğer omurgasız canlılara da yer veren isanlar; sahip oldukları bu akvaryumu yaşayan bir ekosistem olarak görme eğilimindedir. Onlar için akvaryum, dışarıdaki doğanın bir uzantısıdır. Bu haliyle belki doğadaki mükemmelliğe ve uyuma bir öykünme ve de hayranlık duyma...

Yapay bir su ortamı oluşturan akvaryumlarımızda kullandığımız bitkilerin büyük çoğunluğu doğada amfibik bir yaşam sürer. Yani yem karada fakat suya yakın; hemde suda yaşayabilme özelliği geliştirmiştir. Yağışlı dönemler ve kurak dönemler arasında; su altındaki yaşamdan (subemers) su üstündeki yaşama (emers) geçiş yaparlar ve döngü böylece sürer.

Yağışlı mevsimin geçip, suların çekildiği dönemler bitkiler için tarifsiz fırsatlar sunar. Suların çekilmesiyle birlikte bir zamanlar su altında kalmış olan kıyılar; suların taşıdığı alivyonlar ile zenginleşmiş bir zemin sunar. Suyun dışında geçen bu dönemde gün ışığından daha çok yararlanma imkanına kavuşan bu anfibik bitkiler; besleyici toprağın da yardımıyla çiçek açmak ve tohum vermek fırsatına sahip olarak üreyebilme imkanına kavuşur. Yine bu dönemde köklerinden yeni sürgünler vermek suretiyle eşeysiz olarak üreyip çevrelerine yayılma imkanınıda bulurlar. Kurak mevsimin geçip yağışların başlamasıyla su seviyesi yükselerek, tekrar akarsu yatağını doldurduğunda kıyıdaki bu bitkilerde değişen yeni şartlara adapte olmaya başlarlar. Sular yükselmiş ve belki boylarını aşmıştır. Artık şartlar değişmiş olduğundan; bitkiler önceki dönem kadar gün ışığından, fotosentez için havadaki CO2 den, oksijenden yararlanamaz. Akıp giden suyun taşıdığı zengin minerallerden daha az faydalanır. Çok uzun bir zamandır gelişimlerini sürdüren bu bitkilerin geçirdikleri evrimsel süreçler; onlara bu dönemi atlatabilme imkanı sunmuştur. Bu dönemde bitkilerin bünyelerindeki yaşamsal enerjiyi daha verimli kullanabilmesi için metabolizmaları yavaşlar. Suyun kaldırma kuvvetinin yardımıyla artık sert ve güçlü bir ana gövdeye gerek yoktur. Bundan dolayı gövde incelir ve daha yumuşak ve esnek bir biçim alır. Gövdedeki bu değişim yapraklar içinde geçerlidir. Suyun içindeki yapraklarda ince ve yumuşak bir biçim alır. Emers döneme nazaran daha yayvan bir yapı kazanır. Yinede bazı durumlarda yapraklar su içine gömülü, yüzücü veya su üstünde olmalarına göre; aynı anda farklı biçimlerde sergileyebilirler. Bu tip değişimler bitkinin maruz kaldığı şartlara adaptasyonuyla ilgilidir. Echinodorus, Cryptocoryne,Hygrophila gibi türler buna örnek olarak verilebilirler.

Bazı bitkiler ise; mesela Myriophyllaceae türleri tamamen suya gömülü olarak yaşamlarını sürdürdükleri halde, Lemna türleri bağımsız olarak su yüzeyimde akıntının etkisiyle serbest dolaşır. Nymphea türleri ise rizom gövde ve kökleriyle zemine tutunurken; geniş yaprakları su yüzeyinde yüzer ve göz alıcı çiçekler açar. Yaşamlarının tamamını su içinde geçiren bitkiler genel olarak ince gövde, ipliksi kökler, yayvan yapraklara sahiptir. Eğreltilerde ise yaprak ve kökler kısa bir gövdeye bağlıdır ve çiçeklenmezler. Doğrudan yaprak ve gövde üzerinde oluşan sporlarla çoğalırlar. Çiçekli bitkilerde ise çiçek bitkinin eşeysel üreme merkezidir. Erkek üreme organları polenleri oluştururken, dişi organlarsa ovulu oluştururlar. Bu bitkilerin polenleri suda serbest dolaşmaya adapte olmuştur. Dişi çiçeğin stigmasını ulaşan polenler döllenmeyi gerçekleştirir ve böylece tohumlar oluşur. Bazı bitkilerde dişi ve erkek organlar aynı çiçekte olur. Bazı bitkilerde ise dişi ve erkek organ taşıyan çiçekler ayrı ayrı bitkilerde olur. Kimisinde ise çiçekler su üzerinde açar ve çiçeklenme karasal bitkilerde olduğu gibi gerçekleşir. Söz konusu olan, bitkilerde üreme ise; kafa karışıklığı oluşması normaldir. Bu konuda doğanın yaratıcılığında bir sınır yok gibidir.

Gerek yaşamını dönemsel olarak kıyıda ve suda geçiriyor olsun, gerekse tamamıyla suda geçiriyor olsun sucul bitkiler; akvaryumumuzu gerçek doğanın bir parçası haline getirmektedir. Akvaryumdaki tüm canlılar için doğal bir barınma,beslenme ve üreme ortamı hazırlarlar. Doğal bir ortam sağlandığınızda, balıklarınızda doğal davranışlarını daha iyi sergiler. Üstelik bu durum yalnızca akvaryumlarda değil gerçek doğada da bu şekildedir. Ayrıca bitkilerin (akvaryum içinde suni olarak oluşturulmuş olsada) bulundukları bu mikro ekosisteme tarifsiz faydaları vardır. Akvaryum içerisindeki canlıların artıklarından oluşan ve balıklar için zehirli olan kimyaları arıtırlar. Küçük balıklara etraflarındaki büyük balıklardan sakınaları için gizlenme yerleri oluştururlar. Yuva yapacak olanlar için köklerini ve dallarını sunarlar. Kimi türler için yumurtalarını üzerlerin bırakabilecekleri bir alan sağlarlar. Yüksek aydınlatmadan dolayı rahatsız olan balıklara gölgelik olurlar. Saya saya bitiremeyiz bunları ve en önemlisi balıklarınızın stresi azlalır, daha sağlıklı ve huzurlu bir akvaryumunuz olur. Tercih sizin isterseniz akvaryumunuzu size bu imkanları sunan gerçek bitkilerle süslersiniz; yada isterseniz akvaryumunuzu plastikden değirmenler ile, plastikten hazine sandıklarıyla ve plastikten istiridye kabuklarıyla falan süslersiniz. Kendi payıma söyleyecek olursam; benim için bunun denize pet şişe atmaktan bir farkı yok.



Cryptocoryne yaprakları üzerine bırakılmış balık yumurtaları (fotoğraf: A.Öktem)








Anubias yaprakları altına gizlenmiş yavru lepistes ve karides
(fotoğraf: A.Öktem)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder